Bazı zamanlar çocuklarımıza neden sağlıklı sebzeler yemiyor diye sinirlenip, onları bunları tüketmeye zorluyor olabiliriz. Bunun bir çok sebebi olabilir. Aslına bakarsak genetik dahi olabilir. Çünkü anne ve babadan her özelliğimizi aldığımız yetmiyormuş gibi bir de bazı tatları nasıl algılayacağımızı da alabiliriz.

Ağızdaki bazı enzimler tarafından salınan aromalar bir çok çocuğun bu sebzeleri sevmemesinin nedeni olabilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki hayatımızın her alanında büyük rol oynayan genler burada bile devreye giriyor. Evet, çocuğunuzun bu sebzeleri sevip sevmemesinde bile genler herhangi bir role sahip olabilir. Çocuklar ve ebeveynler ağızda benzer bakterileri taşır ve benzer gıda seçimleri yaparlar. Tükürüklerinde daha fazla gaz üreten çocuklar, bu sebzelerin kokusundan ve tadından hoşlanmamaktadır.

S-metil-L-sistein sülfoksit duydunuz mu daha önce? İşte bu bileşik bu tatları bu şekilde almayı sağlayabiliyor. Bu yazıyı okuduktan sonra çocuğunuz bu sebzeleri sevmiyor, yemiyor, aldığında çıkarıyor diye doğrudan onu suçlamayın. Çünkü bu sebzelere tahammül dahi edememesinin en büyük sebebi sizin ona aktardığınız genler olabilir 🙂 Gelin biraz S-metil-L-sistein sülfoksit bakalım.

İnsan sağlığına faydalı olduğu düşünülen birçok sebze içerisinde bir amino asit türevi olan S-metil-L-sistein sülfoksit içerir. Bu bitki sekonder metaboliti, büyüyen bitkilerde patogenezi önleyen güçlü anti-mikrobiyal aktiviteye sahip bir fitoaleksin olarak işlev görür. S-metil-L-sistein sülfoksit aslında bir nevi çeşitli bitkileri korur. Lahana, pırasa, sarımsak ve soğan diyince aklımıza keskin tatları gelir. Yüksek miktarda kükürt içeren bu bitkiler aslında ağzımıza aldığımızda çeşitli enzimler tarafından parçalanarak farklı tatlar algılamamıza sebep olurlar.

S-Methyl-l-cysteine sulphoxide: the Cinderella phytochemical? - Toxicology  Research (RSC Publishing)
S-metil-L-sistein-sülfoksit

Bu bileşiği içeren brokoli, karnabahar, brüksel lahanası, turp gibi sebzeler insanların tükürüğüyle karıştırıldığında (ağıza alındığında) enzimler tarafından parçalanır ve o sırada ağızda ani bir kötü kokulu gaz patlaması meydana gelir. Temel olarak bu gaz kokusu dışkı ve çürümüş hayvan kokusuyla benzemektedir. Bu sebeple çocuklarınız bu besinleri ağzına aldığında çıkarmak isteyebilir. Bu normaldir.

“Genetiğin bu durumda bir etkisi yok, ben bu sebzeleri seviyorum ancak çocuğum sevmiyor.” diyebilirsiniz. Bu durumda şöyle bir gerçek açığa çıkıyor, bu tatları sevmek öğrenilebilir. Çeşitli aromalarla tekrar tüketildiğinde veya tüketim sıklığına göre bu sebzeleri sevebilir ya da sevdirebilirsiniz. Yani eğer siz bu sebzeleri seviyorsanız ve buna rağmen çocuğunuz sevmiyorsa siz bu sebzeleri sevmeyi öğrenmiş olabilirsiniz. Nasıl acı kahveyi ve, birayı sevmeyi öğrendiyseniz; aynı şekilde bu sebzeleri de sevmeyi öğrenebilirsiniz.

Genetik hayatımızın her alanında ve her türlü olayda gördüğünüz gibi karşımıza çıkıyor. Yani çocuklarınıza kızmak ve suçlamak yerine onların bu tatları sevmesi için çeşitli farklı yemek çeşitleri ile karıştırıp ya da farklı soslar ekleyip onlara kötü gelen o tadı yumuşatabilirsiniz. Düzenli tükettiklerinde yüksek ihtimalle zaten sevmeyi öğreneceklerdir. Hipokrates; “Yiyecekler ilacınız, ilacınız yiyecekleriniz olsun” der. Belki de bazen halk arasında özellikle anneanne ve babaannelerimizin, dedelerimizin dilinden sıkça duyduğumuz “şifa niyetine” sözcüğünü hayatımıza entegre edip, tadını sevmesek dahi faydalarından dolayı tüketmemiz gerek. Ki, bu besinlerin (karnabahar, brokoli, lahana, pırasa, sarımsak, soğan) doğrudan kanserden koruduğuna dair binlerce çalışma varken…

  • Kalp damar hastalıkları, diyabet, alzheimer riskini azaltırlar.
  • Anti inflamatuardırlar.
  • Toksinleri vücudunuzdan uzaklaştırırlar.
  • Bağışıklık sistemini güçlendirirler.

O zaman şifa niyetine 🙂