Genetik ve Psikoloji
Hayat boyu süregelen düşüncelerden biridir hep aklımızda gezinir durur. Davranışlarımız, tavırlarımız genetik midir yoksa çevresel etkilerle mi gelişir? Elbette çevrenin üzerimizde yarattığı etki büyüktür, çevreden gördüklerimizle davranışlarımız arasında çok fazla bağıntı vardır. Ancak genetiğin rolünü de es geçmemek gerekir. Sadece psikolojik davranışlarımız üzerinde değil tabii, hayatımızın bir çok alanında genetik hep vardır. Ancak bugün biraz genetiğin psikolojik etkilerinden bahsedeceğiz.
Günümüzde de tıp alanında da çoğu rahatsızlıkta, nesilden nesile geçiş söz konusu olmaktadır. Psikolojik rahatsızlıklarda da genetiğin ne denli etkili olduğunu inceleyebilmek adına, yaşanan rahatsızlığa sahip ailelerdeki soy, (varsa) ikiz kardeşler, birbirlerinden farklı yerlerde büyümüş kardeşler göz önüne alınarak araştırılır. Bu psikolojik rahatsızlık veya davranış, aile de ikiz kardeşler de görülüyorsa genetik, diğer kalıtsal yapıları farklı kardeşlerde görülüyorsa çevresel etkilerin daha baskın olduğunu söylemek olasıdır. Örnek verecek olursak; şizofreni hastalarının kardeşlerinin de şizofreni hastası olma oranı %8, anne babanın biri şizofreni ise çocuğun da şizofreni olma durumu %12; anne ve baba da şizofreni ise kişinin şizofreni olma olasılığı %40 oluyor. Şizofreni olan kişinin tek yumurta ikizinde ise hastalığın oranı %48’e çıkıyor. Kan bağı genetik olarak rahatsızlıkların görülme oranını elbette ki yükseltiyor, ancak çevrenin de göz ardı edilemeyecek kadar etkisi olduğunu söylemek mümkün. California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir genetik araştırma sonucu olarak depresyon, anksiyete, bipolar, kişilik bozukluğu gibi psikolojik hastalıkların da genlerimizden oldukça etkilendiği kanıtlanmıştır.
Öyle ki sadece psikolojik rahatsızlıklar değil; mutluluğumuzun dahi %48’i genlerimizden geliyor. Herhangi bir anda yaşadığımız mutluluğun bu kadar büyük bir oranının genlerden gelmesi severek takip ettiğim hoca Dr. Oytun Erbaş’ın cümlelerini aklıma getiriyor: “Siz hiç gördünüz mü? Ailesi çok mutlu, çocuk mutsuz. Böyle bir şey yok. Aile mutlu, çocuk mutlu. Aile mutsuz, çocuk mutsuz. Demek ki gen çok önemli bir şeymiş.”
Davranışlarımızın kaynağının yarısının çevresel, yarısının da genetik olduğunu belirtmiş olsam da, bilinçaltının kişinin davranışlarına doğrudan etki ettiğine dair bir parantez açmak istiyorum. Bilinçaltımız nasılsa; aile içinde gördüğümüz davranışlar, bizlere yaklaşım şekilleri, insanlığa yaklaşım şekilleri nasılsa biz de zamanla inkar edilemez derece de onların birer uzantısına dönüşüyoruz. Diyelim ebeveynlerinizden birinin hoşlanmadığınız bir davranışı var, bunun hiç doğru olmadığını ve asla bu şekilde davranmayacağınızı kendinize tasdikledikten sonra maalesef yıllar sonra siz onun yaşlarına geldiğinizde veya onun gibi ebeveyn olduğunuza kendinizi bu davranışı yaparken veya ona benzer bir durum içinde kalmışken bulabiliyorsunuz. Bu durum bilinçaltınızın ve tabii bir de genlerin sizin davranış biçimleriniz üzerinde ki yoğun etkisini çok net bir şekilde özetlemiş oluyor aslında. Gelecek nesillerimize iyi bir genetik miras bırakmanın büyük bir kısmı elimizde olmasa da, onların bilinçaltını, akıllarında kalacak ve onların yetişmesinde katkı sağlayacak tüm davranışları seçerken özen göstermeli, olabildiğince iyi bir çevre de ve düzgün bir ortamda yaşamalarını sağlamalıyız. Böylece en azından neredeyse %50 gibi büyük bir rakamı (çevresel faktörler, epigenetik değişiklikler, bilinçaltı vs.) koruma altına almış oluruz.
Bu yazımı biricik dedemin bir sözüyle bitirmek isterim; “Herkes müspet ilimlerle henüz tespit edilemeyen, belkide kendisinin bile farkında olmayabileceği bir bellek taşır. Bu bellek o kişinin geçmişinin belleğidir. Asırlar boyu üst kuşaklarının deneyimlerle kazandığı meziyetlerin kendisine aktarılan mirasıdır. Bu bir “bayrak yarışı” gibidir. Herkes görevini tamamlayıp ölmeden önce bu mirası bir sonraki genetik kuşağına devreder. Büyümek, kendisine devredilen bu mirasın üzerine daha fazla meziyet koymakla ve alt kuşaklarına daha fazla olumlu meziyetler bırakmak ile mümkündür.”