Bahsetmekten dilimde tüyün bittiği ve hala önemini herkese aşılamaya çalıştığım şey: Nutrigenetik.

Nutrigenetik, kişinin genetik yapısı ile besinler arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilim dalıdır. Nutrigenetik sayesinde, kişiye özel beslenme programları oluşturularak, sağlık ve yaşam kalitesi artırılabilir.

Bu yazıda, nutrigenetik açıdan en çok merak edilen besinlerden biri olan kırmızı et tüketimini ele alacağım. Kırmızı et aslında, sağlığımız üzerinde hem olumlu hem de olumsuz etkileri olan bir besin bence. Kırmızı et, protein, demir, çinko, B12 vitamini gibi önemli besin öğelerine sahip. Ancak aynı zamanda doymuş yağ, kolesterol, heterosiklik aminler (HCA) gibi zararlı maddeler de içerir. (çok yüksek sıcaklıklarda kızarınca)

Bu maddeler, kalp-damar hastalıkları, diyabet, kanser gibi hastalık risklerini artırabilir.

Peki kırmızı et tüketimi herkes için aynı mıdır? Cevap hayır. Kişinin genlerinde bulunan bazı varyasyonlar (polimorfizmler), kırmızı ete verdiği tepkiyi etkiler. Bu varyasyonlar nutrigenetik yatkınlıklar olarak adlandırılır. Gelin şimdi kırmızı et tüketimimizin nutrigenetik yatkınlıklarını anlamak için bazı genlere yakından bakalım;

APOE: Bu gen, kolesterol metabolizmasını ve kalp-damar hastalıkları riskini etkiler. APOE4 aleli taşıyan kişilerde kolesterol seviyesi daha yüksektir ve kırmızı et tüketimi bu durumu daha da kötüleştirebilir. Bu kişiler, kırmızı et tüketimini azaltmalı ve doymuş yağ içeriği düşük olan beyaz et veya balık gibi protein kaynaklarını tercih etmelidir.


MTHFR: Bu gen, folat metabolizmasını ve homosistein seviyesini etkiler. Homosistein, kalp-damar hastalıkları riskini artıran bir amino asittir. C677T aleli taşıyan kişilerde homosistein seviyesi daha yüksektir ve kırmızı et tüketimi bu durumu daha da kötüleştirebilir. Bu kişiler, kırmızı et tüketimini azaltmalı ve folat bakımından zengin olan yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, meyve gibi besinleri tüketmeye özen göstermelidir.


NAT2: Bu gen, kırmızı ette bulunan heterosiklik aminlerin (HCA) detoksifikasyonunu etkiler. HCA’lar, kızartma veya ızgara gibi yüksek sıcaklıkta pişirilen kırmızı ette oluşan kanserojen maddelerdir. NAT2’nin belirli alelini taşıyan kişilerde HCA’ların detoksifikasyonu daha zayıftır ve kırmızı et tüketimi kolorektal kanser riskini artırabilir. Bu kişiler, kırmızı et tüketimini azaltmalı ve kırmızı eti pişirirken yüksek sıcaklıktan kaçınmalıdır.


FADS1: Bu gen, omega-3 ve omega-6 yağ asitlerinin metabolizmasını etkiler. Omega-3 ve omega-6 yağ asitleri, vücutta iltihaplanma, kan basıncı, kan pıhtılaşması ve bağışıklık sistemi gibi önemli süreçleri düzenleyen eikosanoidler adlı hormon benzeri maddelerin yapımında kullanılır. FADS1 G alleleli taşıyan kişilerde omega-3 ve omega-6 yağ asitlerinin metabolizması daha verimlidir ve bu da iltihaplanma ve kalp-damar hastalıkları riskini azaltır. Kırmızı et, omega-6 yağ asidi bakımından zengindir ve FADS1 G alleleli olmayan kişilerde iltihaplanma ve kalp-damar hastalıkları riskini artırabilir. Bu kişiler, kırmızı et tüketimini azaltmalı ve omega-3 yağ asidi bakımından zengin olan balık, ceviz, keten tohumu gibi besinleri tüketmeye özen göstermelidir.


GSTP1: Glutatyon S-transferaz enziminin kodlanmasından sorumludur. Glutatyon S-transferaz enzimi, vücutta bulunan toksik maddelerin detoksifikasyonunda rol oynar. GSTP1 Ile105Val polimorfizmi taşıyan kişiler, toksik maddelere karşı daha hassastır ve kırmızı et tüketimini azaltmaya dikkat etmelidir.

Zaten bana kalırsa hindi eti hepsinden lezzetli ve faydalı, kırmızı et tüketimi haftada 2-3 günü geçmemeli. Balık, beyaz et gibi protein kaynaklarına yönelmemiz daha iyi olabilir.